Kendi gücünün farkına var. Doğada en özel yaratılmış olan canlı sensin. Güneşin doğuşuyla birlikte senin dışında bütün canlılar uyanıyor. Sadece sen uyuyorsun saatlerce. Artık uyanma zamanı. Kırılan kanatlarını tamir edebilirsin. Onları yeniden çıkarabilirsin. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Hiçbir şey anlatıldığı gibi değil. Her duyduğuna inanma. Kendini, çevreni ve dünyayı değiştirecek güce sahipsin. İstediğin her şeyi gerçekleştirebilirsin. Bu dünyaya bir şeyler bırakmalısın.
Afganistan İslam Cumhuriyeti, Orta Asya’da yer alan denize sınırı olmayan bir ülke.
Nüfusu 32.835.392.
Yüzde 45'i Peştun olmakla birlikte, Tacik, Hazara, Özbek ve Türkmen kökenli halkları da barındırır.
Geniş kapsamlı ilk dostluk anlaşmamız 1921 yılında Afganistan ile yapılmıştır.
Peştunlar devlet dairelerinde iş bulma ya da yurtdışında eğitim almak gibi hususlarda azınlıklara göre önceliklidir.
Azınlıklar bu tür hususlardan faydalanmak için genelde rüşvet vermek zorundadırlar.
“Bacha bazi” uygulaması mevcut olup, dar gelirli ailelerin 10-12 yaşındaki erkek çocukları ailelerin rızası ile alınmakta ve kendilerine dans etme ve şarkı söyleme eğitimi verilmektedir. Bu çocuklar eğitimi tamamladıktan sonra da bacha denilen partilerde kadın kıyafeti giydirilip dans ettirilmektedir.
Genelde, ezanları çocuklar okumakta ve ezan ortasında müezzin rahatlıkla öksürmek için ezanı yarıda kesip, sonra kaldığı yerden devam edebilmektedir. Ayrıca ezanlar, ezan vakitlerinden daha önce ve daha sonra okunabilmekte olup bu konuda bir standartlık yoktur.
Kanalizasyon sistemi bulunmamakta ve pis sular açıktan akmaktadır.
Çöl ikliminden dolayı havada bol miktarda toz bulunmaktadır.
Satılmak üzere kesilen besi hayvanları, kesilmeye müteakip, açıkta bekletilmektedir.
Ekmekler dolapta değil, açıkta satılmaktadır.
Piyasada ikinci el iç çamaşırı satılmaktadır.
Kanallarda etek giyen kadınların bacakları buzlanmaktadır.
Üzerinde “Polat Alemdar”ın resmi bulunan tişörtler bol miktarda giyilmektedir.
“Kurtlar Vadisi”, “Adını feriha koydum”, “Öyle bir geçer zaman ki” ve “Muhteşem Yüzyıl” dizileri ülkede oldukça popüler. Bir Afgan’ın ağzından “Adını feriha koydum” dizisini izlemek için ailece akşam namazını kazaya bıraktıklarını bizzat duydum.
Kaldırım ve trafik lambası olmamasına rağmen, trafik kazası oranı daha azdır.
1996-2001 yıllarında ülkede beş sene iktidar olan Taliban, şu anda terör örgütüdür.
Dünyada bulunan ikinci el arabalar Afganistan’da toplanmaktadır.
Dünyaya dağıtılan uyuşturucunun yüzde doksanbeşi Afganistan’dan dağıtılmaktadır.
Çocukların gözlerine, sünnet olduğu için, nazar değmesin ve güneşten korunsun diye sürme çekilmektedir.
Düşüncenin kendini yeniden üretme gücü vardır; insan zihni aralıksız olarak aynı düşünceye maruz kaldığında o düşünce zihni etkisine alır ve onunla bağlantılı diğer bütün düşünceler zihinde baş gösterir. Böylece mistik kişi, sabit bir düşünme halinde aralıksız olarak düşündüğü her nesne hakkında bilgi edinebilir. H.P. Blatavsky (1831-1891)
Kendini gerçekleştiren kehanet, olması düşünülen bir durum ya da eylemin gerçekliğe dönüşmesi durumudur. Örneğin bugün sanırım çok kötü bir gün geçireceğim düşüncesine kapılan bir kişi isteyerek olmasa da bilinçaltına yerleşen bu düşünceden dolayı eylemlerini negatif yönde etkiler ve olası bir şekilde kötü bir gün geçirir.
Bu konu hakkında kültürümüzde, aklıma gelen başıma geldi, sakınan göze çöp batarmış, bir şeyi kırk kere dersen olur, gibi sayısız deyim bulunmaktadır. Özellikle bayanların eşlerine sıklıkla söyledikleri sen beni sevmiyorsun veya bir gün beni aldatacağını biliyorum gibi laflar da kendini gerçekleştiren kehanetler arasındadır. Ya da çocuğunuza, başarabileceğine inandığınızı belli ederseniz başarılı olma ihtimali artar. Kendini gerçekleştiren kehanet bir anlamda tarihi önceden yazmak gibi de algılanabilir.
Sosyolog Prof. Robert Merton, bu durumu "Bir durumun yanlış tanımlanması, yanlışı doğru hale getiren yeni bir davranışa yol açar" saptamasıyla değerlendirmiştir. Harvard Üniversitesi profesörlerinden Robert Rosenthal, 1971 yılında, bu konuda önce farelerle, sonra da bir okulda 18 öğretmen ve 650 çocuğu kapsayan araştırmalar yapmıştır.
Kendini gerçekleştiren kehanet, olayların gelişimi hakkında gösterilen tutum olarak da ifade edilebilir. Örneğin, olaylara veya olacaklara iyi ve kötü gibi sıfatlar takmak, kişilerin beklentilerini ağır bir şekilde etkilemektedir. Kötü bir gün geçireceğini düşünerek evden çıkan kişinin otobüsü kaçırması muhtemeldir çünkü kişi kötüye delalet eden her şey için homurdanma isteği ile yola çıkar ve bu tarz olayların başına gelmesini dört gözle bekler. İş yerinde veya okulunda hep negatif olur ve bu etrafındaki kişilerin de kendisine olan yaklaşımını etkiler. Gün kötü gitmeye devam ederken eve dönüşte ailesi ile tartışma yaratmak için sürekli neden arar ve muhtemelen bunların hiçbirini isteyerek yapmaz ancak bilinçaltında oluşan fikir bütün hareketlerini etkiler.
Bunların aksine kişi güne iyi başlayacağını düşünürse gününün iyi geçmesi işten değildir. Kişi belki otobüsü kaçırabilir ancak belki de bu sayede yoldan geçen arkadaşının arabasına binmesine neden olacaktır. Çalışma arkadaşları ile iyi bir hava oluşturup çok sağlıklı fikirler yaratacaktır. Eve döndüğünde çocuklarını kavga ediyorken görmek aslında kendisinin yetiştirme kabiliyetini göstermesi için mükemmel bir fırsat olacaktır. Eşinin yaptığı çorbanın çok kötü olması belki de en sevdiği pizzayı sipariş etmek için güzel bir bahane haline gelecektir.
Kendini gerçekleştiren kehanetin ve pozitif tutumun iyi anlaşılması kronik ağrıların giderilmesinde, panik atak ve anksiyete bozukluğu gibi hastalıkların tedavisinde de yardımcı olmaktadır. Bu nedenle yıllardır Polyannacılık olarak anılan ve çoğu kez küçümsenen tutumun kişinin sağlığına kadar her şeyine faydalı olacağını görmemek çok akılcı olmayacaktır.
Hayatımız boyunca, karşılaştığımız olaylarda birtakım iç konuşmalar yaparız. Bu konuşmalar sayesinde kendimizi bir şekilde rahatlatmış oluruz. İç konuşmalar aslında göründüğü kadar iyi ve yapıcı olmayabilir. Gerçekleştirmek isteyip de gerçekleştiremeyeceğimize inandığımız bazı hedeflerimize, kendi iç konuşmalarımızla bazı duvarlar yaratarak, hedefe ulaşmamızı kendimiz engelleriz. İşte buna “kendini sabote etmek” denmektedir.
Kimi zaman bizi motive eden, kimi zaman da kendi isteğimizle engel koydurtan bu iç konuşmalarımız olmadan yapamayız. Çünkü onlar bize aittir. Halbuki dışarıdan gelen bir tehlike olsa, bunu hemen sezer ve tepki veririz. İşte farkında olmadan gelen tehlike içimizden gelendir. İçimizden gelen sesin iyi niyetli mi yoksa kötü niyetli mi olduğunu sezemeyiz. İşte içimizdeki sesin asıl niyetini anlayabilmek için, bu sesin nasıl meydana geldiğini ve maksatlarının neler olduğunu hep birlikte biraz inceleyelim.
Kendini sabotaj; bireye başarısızlığı dışsallaştırma, başarıyı ise içselleştirme olanağı sağlayan bir eylem veya performans ortamının seçilmesidir. Bireyin başarı olasılığını azaltarak başarısızlığın nedenlerini dışsal etkenlere yüklemesine yardımcı olabilecek birçok engel, kusursuz biçimde bireyin başarısızlığını haklı gösterme amacına hizmet etmektedir. Bu nedenle kendini sabotaj bir benlik koruyucu strateji olarak görülmektedir. (International Online Journal of Educational Sciences, 2011, 3(3), 1155-1168)
Birey başarısızlığının nedenlerini dışsal etkenlere yükleyerek ve iyi performans sergileme olasılığını azaltacak engeller bularak veya üreterek, özyeterlik hissini kibarca korumaktadır. Eğer birey başarısız olursa, başarısızlığın nedenini o engele yükleyerek başarısızlığın kaynağını dışsallaştırır. Eğer birey iyi bir performans sergilerse, olumsuz şartlara rağmen başarılı olduğunu kanıtlamış olacaktır. Her iki durumda da kazançlıdır.
Burada zekice sergilenen bir dizi eylem söz konusudur. Birey bu eylemlerini diğer bireylere öyle bir şekilde sunmalıdır ki onu gözlemleyenler, bireyin bu eylemi başarısızlığı için bir bahane olarak ürettiğini fark etmemelidir. Eğer kendini sabotaj davranışı diğerleri tarafından hissedilirse büyük olasılıkla işlevsel olmayacak ve amacına hizmet etmekten uzaklaşacaktır.
Kendini sabote etmeyi sözel ve davranışsal olarak iki formda inceleyebiliriz. Sözel sabotajda, kendini sabotaj durumunda birey, içinde bulunduğu koşulların olumsuz olduğunu ve başarısızlığına bu koşulların yol açtığını ifade etmektedir. Fakat davranışsal sabote etme durumunda ise, kendini sabotaj stratejileri, doğrudan performansı etkileyen, kasıtlı ve gözlenebilir eylemlerdir. Davranışsal kendini sabotaj, bireyin sınava çalışmayı ertelemesi, sınavdan önce alkol alması veya sınava hazırlanma yerine sinemaya gitmesi gibi gerçek sabotaj davranışları içeren ve diğer bireyler tarafından da objektif olarak gözlemlenebilen stratejilerdir. Davranışsal kendini sabotajda birey görevi aktif biçimde zorlaştırır ve davranışsal kendini sabotaj diğer bireyler için daha ikna edicidir (Leary & Shepperd, 1986; Snyder & Smith, 1982).
Davranışsal Stratejiler:
Bireyin görev ve faaliyetlerini ertelemesi,
Bireyin görevle ilgisi olmayan aktivitelerle aşırı ilgilenmesi,
Bireyin kendine aşırı yüklenmesi,
Bireyin madde, ilaç ve alkol kullanması,
Bireyin yeterli pratik ve alıştırma yapmaması,
Bireyin fırsatları göz ardı etmesi,
Bireyin yeteneği körelten performans ortamları seçmesi.
Sözel Stratejiler:
Bireyin sınav kaygısı yaşadığını öne sürmesi,
Bireyin psikolojik ve fiziksel semptomlar bildirmesi,
Bireyin sosyal kaygı yaşadığını öne sürmesi,
Bireyin travmatik olaylar yaşadığını öne sürmesi,
Bireyin utandığını öne sürmesi.
Birey bir yandan başarılı biçimde öz-saygı düzeyini korumakta ve kendini değerlendiren veya sosyalleştiren bireylerin (ebeveyn, öğretmen, yargıç vb.) izlenimlerini yönetip algılarını kontrol etmekteyken, diğer yandan performansına zarar vermektedir. Kendini sabotajın artan performans ve haz ile azalan başarısızlık gibi olumlu sonuçlar sağlama ihtimali olması ile birlikte, başarısızlık olasılığı, yetersiz performans ve olumsuz duygulanım gibi uyumsuz değişkenlerle karşılaşma ihtimali de mevcuttur. Kendini sabotaj davranışının sonuçları üç nedenden dolayı olumsuz olabilir. Birincisi bazı kendini sabotaj davranışlarının (örneğin, alkol kullanma) başlı başına zarar verici olmasıdır. İkincisi kendini sabotaj sonuç olarak performansı engellemekte ve performans kaybı uyum ve psikolojik iyi olma üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Üçüncüsü ise kendini sabotaj bir derece öz-aldatma içermektedir (Zuckerman & Tsai, 2005).
Kendini sabote eden bireylerin akademik başarılarının düşük olduğu, işlevsel olmayan başa çıkma stratejileri kullandıkları ve bu bireylerin bir dizi kişilik özellikleri açısından diğerleri tarafından daha olumsuz algılandığı görülmektedir. Ayrıca kendini sabotaj düzeyi yüksek bireyler, başarılı olacaklarından şüphe duymaları durumunda, belli bir görev için ön hazırlık yapmaktan ve çaba harcamaktan kaçınabilmektedir. Kendini sabotaj düzeyi yüksek bireyler aynı zamanda bir görevde başarılı olacaklarından şüphe duymaları durumunda çeşitli engeller yaşadıklarını iddia etmekte veya görevi ciddiye almamaktadır (Rhodewalt, Morf, Hazlett, Ahmet AKIN, Ramazan ABACI, & Ümran AKIN 1166 & Fairfield, 1991; Strube, 1986).
Şimdi bir kez daha düşünüp, içimizden gelen sesin ne yapmaya çalıştığını anlamak için çabalayalım. Görüldüğü gibi, bu ses bize istediklerini yaptırarak zarar veriyor olabilir. Sabotajcınıza uygun bir zamanda kahve ikram ederek, onunla dost olarak, onu ikna edebilirsiniz. Eğer onu ikna etmek için kendinizi güçsüz hissediyorsanız, ona randevu verin. Sizin istediğiniz saatte onunla yüzleşin. Aslında o içinizdeki siz üretiyorsunuz. Kendi ürettiğiniz sesin ipini elinize alın. Onu iyi dinleyin, anlayın ve haklıysanız bunu ona ispat edin.
Unutmayın, hayat doğduğumuzda hepimize bir mermer bloğu verir. Bazılarımız ondan güzel bir heykel yaparız, bazılarımız ise hoyratça peşimizden sürükleyip paramparça ederiz.
Birçoğumuz belli dönemlerde, birtakım planlar yaparız, fakat hızlı akan hayatımız içerisinde bir türlü bunları uygulamaya koyamayız. Ya da belli kararlarımızı uygulamak için düğmeye basarız, ancak yarım bırakırız. Çünkü gün içerisinde o kadar doluyuz ki, kendimiz için düşünmeyi ihmal ederiz.
Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde geçen “gününü gün et, zamanın tadını çıkar, günü yakala, anı yaşa” anlamlarına gelen “carpediem” özdeyişine sığınırız çoğu zaman. Aslında Horatius burada, “hayatı boşverin, gelecek için endişelenmeyin” yerine, “gelecekte ne olacağı bilinmediği için, yaşanılan anın değerini bilip güzel değerlendirin” demek istemiştir. Fakat biz bunu “boşver, takma, anı yaşa” gibi anlamlarda kullanırız.
Yine toplumumuzda kişilerarası duyarlılığımız oldukça fazladır. Diğer insanların davranışlarını, sözlerini, hareketlerini, yaşantılarını gereğinden fazla irdeleyip, bunlar hakkında konuşmaktan kendimizi alamayız. Bunlar da bizi kendimize daha çok yabancılaştırır.
Fakat bir an önce, hayat çarkımızın gerçekten dönüp dönmediğini kontrol edip, eğer dönmüyorsa, dönmesini sağlamak için elimizden geleni yapmalıyız.
Hayat çarkı, hayatınızın belli başlı sekiz alanını (Arkadaşlar ve Aile, Romantizm, Eğlence, Sağlık, Para, Kişisel Gelişim, Fiziksel Ortam, Kariyer) temsil eden bir çemberdir.
Hayat çarkı sayesinde kendimizin anlık bir fotoğrafını çekeriz. Hayatımızın çeşitli alanlarındaki tatmin ve memnuniyetimize göre 0’dan 10’ a kadar not veririz. Çarkı döndürdüğümüzde ne kadar sağlıklı dönüyorsa, o kadar dengeli bir hayatımız var demektir. Eğer ortaya çıkan çark dönebilen bir çark değilse, eksik yönleriniz var demektir. Aşağıda örnek olarak hazırlanmış bir hayat çarkı bulunmaktadır.
Kendinize puan verirken, dışarıdan nasıl göründüğünüze ya da bir başkasının çarkına kıyaslayarak değil de, kendi içsel ölçeğinize göre değerlendirmelisiniz.
Hayat Çarkı üzerindeki alanları farkındalığınızı artırmak istediğiniz farklı konulara uyarlayarak değiştirebilirsiniz. Örneğin yalnızca profesyonel hayata odaklanan sekiz farklı başlığa bölünmüş bir hayat çarkı yaratabilirsiniz.
Burada önemli olan yüksek puan almak değil, puanların birbirine yakın olmasını ve bu sayede tekerleğin rahat dönmesini sağlayabilmektir.
Örneğin yukarıdaki çarkta; Arkadaşlar&Aile, Eğlence&Hobi, Para ve Sağlık geliştirilmesi ve tatmin düzeyinizin yükseltilmesi gereken alanları ifade etmektedir. Bu alanları görebilmeniz, onları geliştirebilmeniz için fırsat yaratacaktır. Burada bu dört alan için, sevdiğiniz ve değiştirmek istediğiniz iki şeyi belirleyin.
Ele aldığınız ve değiştirmek istediğiniz yönünüz ile ilgili, kendinize “Bunu geliştirmek için ne yapabilirim?” sorusunu sorun. Bu soruya verdiğiniz cevabı detaylandırıp, hemen adım atabilmek için, “Ne gerekli?” ve son olarak da “Önümde bana engel olan neler var?” sorusunu sorun.
Harekete geçin. Bu çarkı altı ayda bir tekrar doldurup tekerleğinizin dönüp dönmediğini fark edin.
“Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım. Öyle çok değerliymiş ki zaman, Hep acele etmem bundandı, anladım. İnsan, bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtamazsa karanlığına, yok olacaktır.” Friedrich Nietzsche.
Uzun yıllar önce çok eski bir dostum bana şöyle söylemişti. “Eğer ortada bir pasta varsa ve bu pastayı bölüştürmen gerekiyorsa, pastanın yarısını sen al, kalan yarısını diğerlerine bölüştür.” “Çünkü sen önemlisin. Senin enerji depon dolu olduğunda ve bütün gereksinimlerin tam olarak karşılandığında kendini ortaya koyabilirsin. Önce kendini düşünmelisin.” Çok doğru söylemişti. Şimdi bunu biraz daha detaylandıralım.
Siz yoksanız başka bir şey de yoktur. Siz yoksanız sizin ya da başkalarının çekiciliği de olanaksızdır. Yaşam amacınızı belirleyerek günlerinizi, amacınıza yönelik etkinliklerle geçirin ve enerjinizi emen diğer bütün etkinlikleri başkalarına devredin. Siz önemlisiniz ve doğada varlığınızın bir sebebi ve sonucu olmalı. Kendinizi geleceğin kıskacından kurtararak, amaçlarınızın sizi bugün biçimlendirmesini sağlayın.
Karşılaştığınız her olaya özgürce karşılık verin. Kendinizi dolu dolu ifade ederek çekici hale getirin, kendinizi tutmayın. Böylelikle yarattığınız yaşam amacınızdan hareketle kendinizi tam olarak ortaya koymuş olursunuz.
Elinizden gelebilen her alanda sonsuz bir potansiyel oluşturun. Sevgi, dostluk, sükunet, amaç dolu projeler, sağlık gibi sınırsız kaynaklardan güç alarak temel gereksinimlerinizi karşılayın ve yaşam amacınızı her fırsatta ifade edin. Sadece hayatta kalma gereksiniminin baskısından kurtularak haz almak ve vermek uğruna değer katın.
İnsanları derinden etkileyin. İnsanlarla ne kadar çok temasa geçerseniz, o denli çekici olursunuz. Yaşam amacınızı ifade ettiğinizde, zaten insanlar üzerinde etki yaratmış olursunuz. Yeteneklerinizi utanmadan sergileyin. İyi yaptığınız bir şey konusunda utangaç davranırsanız, çekicilikten yoksun olacaksınız. Allah tarafından size verilen bu hediyeleri insanlara sunun, hem mutlu edin, hem de mutlu olun.
Kendinize karşı dayanılmaz ölçüde çekici olun. Doyurucu bir yaşamınız olsun. Yaşam amacınıza uygun bir biçimde yaşamak sizi kendinize doğru daha da çekici kılacaktır. Siz kendinizi çekici bulursanız, zaten diğerleri de bulur. Söz verdiğiniz şeyin iki katını verin. Kim olduğunuzu bilin ve kendinize karşı dürüst olun.
Hiçbirşeyi sineye çekmeyin. Bir şeyi sineye çekerseniz bedelini ödersiniz. Sineye çektiğiniz her şey ile hesaplaşın ve bunları birer birer yaşamınızdan çıkararak, tolere etmeniz gereken her şeyi tolere edin.
En kötü zayıflıklarınızı kabullenerek onlarla dost olun. Onlarla randevulaşın ve karşılıklı oturup kahve için.
İnsanlara sizi nasıl memnun edeceklerini gösterin. Onlara tahmin yürütmek zorunda bırakmayın. İnsanlara sizi nasıl memnun edeceklerini göstermenin yolu, kim ve neyin peşinde olduğunuz bilgisini onlarla paylaşmaktan geçer.
Çevrenizi kusursuzlaştırın. Çevreniz oluşumunuzun önemli bir yönüdür. Çevrenizin ayrılmaz parçası da yaşamınızdaki insanlardır. Sizi yaşam amacınıza uygun bir biçimde tanıyan ve bunu ifade etmede sizi destekleyen insanlarla çevrili olmalısınız.
Sadece dürüstlük karşı konulamaz ölçüde çekici olmak için yeterli değildir, karakterli olmak da gerekir.
Şimdinin ne kadar kusursuz olduğunu kavrayın. İçinde bulunduğunuz zamanın kusursuz görünmediği anlar, aslında fırsatlarla ve fark edilmeyen kaynaklarla doludur. Hiçbirşeyin tesadüf olmadığı bu evrende, bu eksiklik duygusunu hissettiğimiz anların kusursuzluğunu keşfetmek görevimizdir.
Kararlılıkla değerlerinize yönelin. Değerleriniz amacınızın ayrılmaz parçası olduğundan, amacınıza da yönelmiş olursunuz. Değerlerinize ve dolayısıyla yaşam amacınıza uygun olan ve olmayan etkinlikleri listelediğinizde, neye yönelip nelerden vazgeçeceğiniz açıkça ortaya çıkacaktır.
Herşeyi yalınlaştırın. Zorunlu olmayan şeylerden kurtulmak, size çekici olmanız için daha çok yer açacaktır. Amacınıza uygun yaşamanızı sağlayacakları koruyup diğerlerinden kurtulun.
İşinizde ustalaşın. Yaptığınız işte en iyi olmak, başarılı olmanın en kolay yoludur.
Farkında olun ve doğruyu söyleyin. Gerçek en çekici şeydir, ama beceri ve farkındalık gerektirir. Doğruyu duyulur biçimde söyleme becerinizi geliştirin. Kendinizi doğruları söylemeye alıştırmanız, diğerlerinin de kendi doğrularına ve amaçlarına ulaşmalarını sağlayacaktır.
Bir şeyler üretin. Varlığınızın bir sebebi ve sonucu olsun. Düşünün, planlayın, uygulamaya koyun. Göreceksiniz. Bu sayede çevrenizdeki bireyler de sizi fark edip, değişmeye başlayacaklar.
Kendimize dışarıdan bir gözle bakıp hareketlerimizi ve davranışlarımızı incelediğimizde, belki çoğu zaman davranışlarımızı beğenmeyebiliriz. Fakat beğenmesek de bazen bunu yapıp, kendimize dışarıdan bir gözle bakabilmeyi başarabilmeliyiz. Çoğu zaman duygularımızın esiri olmaktayız. Ve bir süre sonra duygularımızın esiri olduğumuzu da kabullenemez hale geliriz. Duygularımız bize en kolayını yaptırır. Zevklerimizin tatmin olması için, bütün davranışlarımız bu doğrultuda şekillenir.
Duygularımızın yönlendirmesiyle meydana gelen davranışlarımız, genelde geleceğe yönelik olmaz ve bize anlık hazlar yaşatır. Çünkü istediğimiz gibi, sebepsiz ve gelişigüzel davranırız. Fakat, bu şekilde yaşanan bir hayat süreci içerisinde, hayatın bize vermiş olduğu rollerin gerektirdiği sorumlulukları tam yerine getiremeyebiliriz. Çünkü sadece duygularımızla hareket ederek, bu gereklerin farkında olup, doğru hareket tarzlarını tam anlamıyla ortaya koyamayız. Doğru hareket tarzları için beynimizin güdümünde davranmalıyız. Yani duygu ve davranışlarımız beynimizin emir komutasında olmalıdır. Böylelikle geçici değil, daha planlı, daha gerçekçi adım atabiliriz. Hepimiz aynı zaman da aile içerisinde bir anne, baba, evlat, karı, koca, işyerimizde işveren, işçi, memur, müdür vs., mensubu olduğumuz dine inanan bir üye ve buna benzer şekilde rollere ve sorumluluklara sahibiz.
Bu sorumluluklarımızı yerine iyi getirdiğimiz oranda kendimizi daha mutlu ve başarılı hissederiz. Gülmemize, ağlamamıza, hissetmemize, öfkelenmemize hatta aşık olmamıza sebep olan aslında beynimizdir. Beynimizde kontrol edemediğimiz bilinçaltındaki düşüncelerimizdir. İşte bu kontrol edemediğimiz düşüncelerimize hakim olduğumuz takdirde, daha güçlü ve ideal bir hayat yaşayabiliriz. Hedeflerimizi planlayıp bu doğrultuda çaba harcayabiliriz.
Tabii ki aklımıza emir komuta edebilmek ve duygularımızdan sıyrılmak bu kadar kolay değildir. Bunu yaparken günlük hayatımıza birtakım etkinlikler dahil edersek bunu daha kolay başarabiliriz. Örneğin günde bir saat spor yapmak inanılmaz derecede fayda sağlayacaktır. Vücudumuzdaki kan dolaşımı spor sayesinde daha taze ve daha güçlü olacaktır. Yine gün içerisinde en az yarım saati kendimize ayırmalıyız. Bu yarım saat içerisinde herhangi bir şey yapmayıp sadece kendimizi dinlememiz bile kendimizle barışık olmamızı sağlar.
Önce kendimizde değiştirmek istediğimiz davranışları tesbit etmeliyiz. Genelde bunların farkında olmayız ya da geçiştiririz. Halbuki bu istemediğimiz ve kontrol edemediğimiz davranışlarımız hayatımıza dair hedefler koymamızı engeller. Daha iyi bir yaşam için, gereksiz ve hayatımızı olumsuz etkileyen davranışlarımızdan kurtulmalıyız. Bunu tek başımıza yapmak kolay olmayabilir. Bunun için bir yaşam koçuna ihtiyaç duyabilirsiniz. Bir yaşam koçu eşliğinde, yaşam dengenizi kurabilirsiniz. Daha planlı ve daha mutlu yaşayabilirsiniz. “Hayat zaten çok kısa, boşver gitsin” tarzındaki düşünceler bizi devamlı boşvermişliğe sürükler. Gelişigüzel yaşamak ve anı yaşamak gibi fikirler bize farkında olmadan zarar verir. Bir yaşam koçu size kişisel farkındalıklarınızı ortaya koymanız konusuna yardımcı olur. Kendi potansiyelinizi ve içindeki gücü fark etmenizi ve geliştirmenizi sağlar. Bu sayede başarılı ve huzurlu olmanız için önünüzde engel olarak duran ve aslında farkında olup da değiştiremediğiniz şeyleri size gösterip onları aşmanızı sağlar. Hedeflerinizi ortaya koyup, bu hedefler doğrultusunda adım adım ilerlemenizi sağlar. Gerçekleştirmek istediğiniz değişim yolculuğunda kendinize inanmanızı ve motive olmanızı sağlar.
Hepsinden önemlisi kendiniz ile ilgili yeni kararlar aldığınız ve değişim yolculuğuna çıktığınız bu dönemde yanınızda güvenebileceğiniz, sizi tam anlamıyla tanıyan ve anlayan, size ayna tutan bir yol arkadaşına sahip olursunuz. Hayatınızda yeni bir pencere aralamak veya farklı bakış açıları kazanmak, içinde bulunduğunuzu düşündüğünüz kısır döngüden kurtulmak istiyorsanız değişim mücadelenize başlayın.
Hem kendinize, hem de sorumlu olduğunuz kişiler ve çevrenize karşı daha iyi bir yaşam için yeni bir adım atın. Düğmeye basın ve eğer ihtiyaç duyarsanız bir yaşam koçu edinin.
Çocuğunuza olumlu tutumları öğretirken eleştiri yerine işbirliği yaparak birlikte çalışın.
Şunları yapmaktan kaçının:
1.Suçlamak: “ Yine kardeşini ağlattın. “
2. İsim takmak:
“ Kıskanç bir çocuksun”
3. Tehdit etmek:
“ Bunu bir daha yaparsan seni evden atarım”
4. Emir vermek:
“ Hemen derslerini bitirmeni istiyorum”
5. Konferans çekmek:
“ Kardeşini üzmenin ne kadar kötü bir davranış olduğunu bilmiyor musun, böyle yaparsan ilerde de kimseyle geçinemezsin. “
6. Uyarılar:
“ O duvara çıkma, düşersin”
7. Acındırma cümleleri:
“ Böyle davranman yüzünden hastalanıyorum, görmüyor musun? Senin yüzünden ölüp gideceğim.”
8. Kıyaslamalar:
“ Komşunun kızları ne kadar iyi notlar alıyor, sen neden onlar gibi değilsin?” 9. Alay etme:
“ Dersini ne kadar da çabuk bitiriverdin, sen bir dahi olmalısın. “
10. Geleceğe yönelik tahminler:
“ Böyle gidersen sen adam olamazsın.”
SORUNLARLA BAŞETMEK İÇİN NE YAPABİLİRSİNİZ?
1. Problemi tanımlayın:
“ Koridor çamur içinde kalmış”
2. Bilgi verin:
“ Çamurlu ayakkabıların eve girmeden önce çıkması iyi olur.”
3. İsteğinizi kısaca tek kelimeyle belirtin:
“ Ayakkabılar”
4. Kendi duygularınızı anlatın:
“ Silip temizlediğim yerleri çamur içinde görünce çok kızıyorum”
5 . Hatırlatıcı notlar yazın:
“ Lütfen eve girer girmez ayakkabılarınızı çıkarın”
CEZALANDIRMAK YERİNE NELER YAPILABİLİR?
1. O andaki duygunuzu çocuğun kişiliğine saldırmadan net şekilde anlatın:
“ Notlarının düşük olmasına çok üzüldüm.”
2. Kendi beklentinizi ifade edin:
“ İkinci dönem notlarının daha yükseleceğini umarım”
3. Çocuğa kendini affettirme yolu gösterin:
“ Derslerine daha fazla zaman ayırarak bunu halledebilirsin”
4. Çocuğunuza seçme şansı verin:
“ Kendin çalışabilirsin ya da sana derslerinde yardımcı olacak birisi olabilir, nasıl istersin?”
5. Problemi çözmek için birlikte çalışın:
a) Çocuğunuzun duygularını konuşun:
“ Bu karne senin için de çok üzücü olmalı”
b) Çocuğunuzu bu konuda birlikte bir çözüm üretmeye teşvik edin:
“ Bu sorunu çözmek için sen neler düşünüyorsun?”
c) Ortaya çıkan fikirlerin listesini yapın ve bu fikirler içinden hangilerini uygulamaya koyacağınıza birlikte karar verin:
“ Evet , bu söylediğini yapabiliriz.”
d) İzleyin ve eyleme geçin:
“ Bu söylediğini gerçekleştirmek için bir plan yapalım. “
e) Hiçbir zaman çocuğun sizi suçlamasına izin vermeyin:
“ Sen hiç beni çalıştırmadın.”
“ Suçlama yok. Burada nasıl bir çözüm üretebileceğimizi düşünmeye çalışıyoruz.”
ÇOCUĞUMUZU NASIL ÖVMELİYİZ?
Övgüler çocuğun kendine güvenini arttırır ve yaptığı işe daha da hevesle sarılmasını sağlar.
Överken şunlara dikkat edin:
1. Genel şeylerden kaçının. Onun yerine gördüğünüz şeyi tanımlayın:
“ Çok güzel bir resim yapmışsın “ yerine “ Bu resimde canlı renkler bir arada kullanılmış”
2. Geleceğe yönelik yansıtmalar yapmayın, şimdiye yönelin:
“ Sen büyük bir ressam olacaksın” yerine” Bu resim üzerinde gerçekten sabırla uğraştın.”
3. Kendi duygularınızı anlatın:
“ Bu resme bakmak içimi sevinçle dolduruyor.”
4. Çocuğun övülmeye değer davranışını kısaca tanımlayın:
“ Çok güzel olmuş.”
Geriye dönük olarak düşündüğümüzde, bizler de çocukken yukarıdaki cümle örneklerinden birçoğunu ebeveynlerimizden duyduğumuzu, olumlu ve olumsuz ne kadar etkilendiğimizi hatırlarız.
Sonuç olarak; Anne baba olmak demek, sadece çocuğu dünyaya getirerek, onun ihtiyaçlarını karşılamak, doyurmak, giydirmek, iyi öğretim hayatı hazırlamak demek değildir. Çocuğun en önemli olan ihtiyacı olan sevginin verilmesi, sevgi ve güven ortamında büyütülmesi diğer bütün etmenlerden önde gelmektedir. Çocuk için hayattaki en değerli kişiler ebeveynleridir. Yaşamın her döneminde, çocuk anne ve babasını kendisine rol modeli olarak alır. Her genç kız ileride annesi gibi bir anne olmayı, her genç erkek ise ileride babası gibi bir baba olmayı hayal etmektedir. Bu rol modelliği çocukların gelişimlerinin bütün dönemlerinde etkili olmaktadır. Onların hayat felsefelerini belirlemekte ve bakış açılarına yön vermektedir. Bu hususlara dayanarak kendimizi olabildiğince geliştirip çocuğumuzu kendine, topluma ve ülkemize hayırlı bir evlat olarak yetiştirmeliyiz.
ÇOCUK NE YAŞIYORSA ONU ÖĞRENİR
Eğer bir çocuk; Sürekli eleştirilmişse, KINAMA VE AYIPLAMAYI öğrenir. Eğer bir çocuk; Kin ortamında büyümüşse, KAVGA ETMEYİ öğrenir. Eğer bir çocuk; Alay edilip aşağılanmışsa, SIKILIP, UTANMAYI öğrenir. Eğer bir çocuk; Utanç duygusuyla eğitilmişse, KENDİNİ SUÇLAMAYI öğrenir. Eğer bir çocuk; Hoşgörüyle yetiştirilmişse, SABIRLI OLMAYI öğrenir. Eğer bir çocuk; Desteklenip yüreklendirilmişse, KENDİNE GÜVEN DUYMAYIöğrenir. Eğer bir çocuk; Övülmüş ve beğenilmişse, TAKDİR ETMEYİ öğrenir. Eğer bir çocuk; Hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse, ADİL OLMAYIöğrenir. Eğer bir çocuk; Güven ortamı içinde yetişmişse, İNANÇLI OLMAYI öğrenir. Eğer bir çocuk; Kabul ve onay görmüşse, KENDİNİ SEVMEYİ öğrenir. Eğer bir çocuk; Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse, BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI öğrenir.
Dorothy Low Nolte
Kaynakça:
1. Etkili Anababa eğitiminde uygulamalar, Dr. Thomas GORDON, Sistem Yayıncılık
2. Çocuklar nasıl öğrenir? , Dawna Markova,Anne Powell, Kuraldışı Yayınevi.
Hepimiz belli bir süre sonra ebeveyn oluyoruz. Kendi büyüklerimizden aldığımız kişisel, kültürel ve genetik miraslarla şekillenip yetişkin olana kadar bir kimliğe bürünüyoruz. Bu kimlikle hayatımızı devam ettirip, bunu çocuklarımıza yansıtarak, yeni neslimizi de belirlemiş oluyoruz. Bunu sadece bir aile için değil, bir milletin tüm aileleri olarak değerlendirirsek, bir milletin istikbalinin ailelere bağlı olduğunu görebiliriz. Bir çocuk anne-babasından gördüklerini, duyduklarını, ev içinde anne-babasının konuşma şekillerini, annesinin ev hanımlığını, babasının aile reisliğini ve daha birçok davranışları birleştirerek kendisine örnek almaktadır. Bu sebeple çocuk yetiştirmek bir sanattır. Nasıl bir ses sanatçısı şarkı söylemek için şan dersi alıyorsa, bir doktor altı sene eğitim görüp doktor oluyorsa, bir mühendis dört sene okuyarak mühendis oluyorsa, anne ve babalar da belli bir eğitim sürecinden geçmelidir. Biz anne-babalar bu konuda kendimizi yetiştirmek durumundayız.
Çocuklar bizim geleceğimizdir. Onlara ne verirsek onu alırız. Yani bir düşünürün dediği gibi; “Çocuklar doğduklarında kil’e benzerler siz ne şekil verirseniz, çocuk o şekli alır.”Yapılan araştırmalar, anne ile çocuk arasındaki ilişkinin çocuğun gelişimi üzerindeki şu sonuçları ortaya koymaktadır.(Gardner, 1978) Doğumdan kısa bir süre sonra anne ve babadan ayrılıp yuvalara yerleştirilen bebeklerde gelişim bozuklukları gözlenmiştir. Bu bebekler sık sık hastalanmakta, boyları ve ağırlıkları yaşıtlarına göre çok geri kalmaktadır. Bu bebeklerde ölüm oranı yüksek olmaktadır. Bu çocukların eğer onlara anne-baba gibi sıcak ve yakın davranan bakıcıları yoksa gülmeyi unutmakta, ilgi ve uyarılara geç cevap vermekte, başı yastığa vurma, yerinde durmadan sallanma gibi alışkanlıklar geliştirmekte, geç yürüyüp geç konuşmaktadırlar. Yuvalarda her türlü ilgiden ve sevgiden yoksun olarak yetişen çocuklarda büyüdükleri zaman genellikle şu özellikler gözlenmiştir.(Yörükoğlu, 1978)
· Çevreye karşı kayıtsızdırlar.
· Kolay kolay arkadaşlık kuramamaktadırlar.
· Girişken değillerdir.
· Öğrenmeye karşı ilgileri az ve okulda başarılı olamamaktadırlar.
· Konuşma ve yazılı ifade yetenekleri sınırlıdır.
· Sevgiye karşı duyarsız davranışlar gösterir, insanlara kuşkulu olarak bakarlar.
· Birçokları kavgacıdır. “Çalma” gibi davranış sapmaları görülebilir.
Bu açıklamalar özellikle ilk yaş içindeki bebek ile ona bakan kimse arasında çok yakın bir sevgi ilişkisinin önemini ortaya koymaktadır. Burada önemli olan yalnız anne yoksunluğu değil, anne baba ve bebek arasındaki etkileşimin niteliğidir.
BAŞARILI ANNE BABA OLMA:
1-Evlilikte uyum
Başarılı anne baba olmanın bazı ön gereklilikleri vardır. Bunların en önemlisi anne ya da baba adaylarının beden ve ruh sağlığı anlamında yeterli olma gerekliliğidir. Çocuklar uyumlu ve güvenli bir aile ortamında kişiliklerini sağlıklı geliştirme olanağı bulurlar. Bu nedenle eşlerin uyumu önem kazanır. Çocuk anne ve babanın birbirine karşı sevgi ve bağlılığını gördükçe ruh sağlığı yerinde bir birey olarak yaşama hazırlanır. Çekişmelerin, kırgınlıkların, kavga ve dayağın sürekli olduğu evlerde çocuklar kalıcı bunalımlara düşebilirler. Elbette ki eşler arasında tartışmalar olacaktır. Bu da hayatın bir gerçeğidir. İki insan ortak yaşamlarını sürtüşmesiz geçiremezler. Önemli olan bu sürtüşmelerin nasıl çözümlendiğidir. Çocuk, çözümleri görerek hayattaki sorunlara iyi hazırlanma fırsatını yakalamış olur. Tartışmaları çocuktan saklamak gereksizdir. Çocuk evde huzursuzluk varsa zaten hemen anlar ve tedirgin olur. Saklı huzursuzluk onu korkutabilir. Çocuk, evde huzursuzluk olduğunu sezdiği halde anne-babanın bir şey yokmuş gibi davranmaları çocuğun onlara olan güvenini sarsar. Eşler arasındaki ilişkinin çocuklar üzerinde kalıcı etkileri vardır. Karı kocanın birbiriyle ilişkisi çocuklara karşı takınılan tavrı etkiler. Örneğin; eşiyle sıcak, sevecen bir yakınlık kuramayan anne, tüm sevgisini çocuğa vererek onunla aşırı derecede bütünleşebileceği gibi,tam tersine öfkeli ve saldırgan bir tavır da geliştirebilir.
2-Sevgi
Çocuğu sevmek, çocukla bütünleşmek, onunla bazı etkinliklerde beraber olmak ve bir birey olarak onun gerçeklerini anlamaya çalışmaktır. Çocuk kendisiyle birlikte geçirilen zamana eş olarak sevilip sevilmediğini anlar. Çocuk için sevgi temelde birlikte zaman geçirmek anlamına gelmektedir. Çocuk sevilmeden yaşayamaz. O bu sevgiyi yitirmemek için gösterdiği çaba sayesinde zamanla kendi kendini yönetmeyi öğrenir. Çocuğa zamanında yeterince verilmeyen sevgi de çeşitli sosyal ve duygusal nitelikte yaralar açabilir.
3-Disiplin
Disiplin dediğimizde çocuğa istendik davranış ve alışkanlıkları kazandırmak, kendi kendini denetleme(iç denetim) anlamına gelen ahlak gelişimini sağlamayı kastediyoruz. Bu dıştan gelen bir zorlamayla olmaz. Çocukta, ilk disipline edilmesi gereken konular, okul öncesi dönemde yemek yeme, tuvalet alışkanlığı ve belirli saatte uyuma gibi temel alışkanlıklardır. Etkili bir disiplin oluşturabilmek için özgürlük sınırlarının neler olduğu önceden söylenmelidir. Disiplinin amacı düzenli, tutarlı ve sorumlu davranış alışkanlıkları kazandırmak olmalıdır.
Aşırı hoşgörü ve disiplin eksikliği, çocukta bencillik ve anti-sosyal davranışların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Aşırı otoriter ve baskıcı katı disiplinde de, ana-babaya karşı korku, öfke ile nefret duygularının oluşumuna, çocuğun bağımlı veya isyankar olmasına neden olabilir. Freud’dan hayli etkilenen 68 kuşağının eğitimcileri “Çocuğu serbest bırakın, her istediğini yapsın, hevesi kalmasın, hiç azarlamayın, sadece sevgi verin” diye diye günümüzün serseri ruhlu, sabırsız, sorumsuz ve ahlaksız neslini yetiştirdiler elbirliği ile. Şimdilerde ise daha farklı sesler yükseliyor o taraflardan: “Çocuğa beklentilerinizi ve görevlerini söyleyin, hata yaparsa ceza verin, hatta hafifçe dövebilirsiniz bile.”
“Ben de ayakkabımı boyatmak istiyorum” diye seslendim ayakkabı boyacısı olduğunu anladığım fiziksel engelli adama. Hızlı adımlarla geldi ve tezgahını kurmaya başladı.
Aslında ayakkabılarım boyalıydı ama, sırf onunla tanışmak için seslenmiştim. Çünkü dilencilik yerine, bir şeyler satarak geçimini sağlayan insanlara büyük saygı duyuyorum. Poşetinden ayakkabı boyasını iki dakikada çıkarabilmişti. Sohbet etmeye başladık.
Elazığ’ dan on sene önce Ankara’ya yerleşmişti. Üç sene öncesine kadar babası bakıyordu ona. Fakat üç sene önce babasını kaybetmişti. Annesi ile birlikte evi kiralamışlar ve geçinmeye çalışıyorlardı. Kadir abi 43 yaşındaydı. Doğuştan fiziksel engelli. Vücudunun organlarını, duyu organları dahil sağlıklı kullanamıyor, gözleri kısıtlı görüyor, kulakları az duyuyordu. Bir cümleyi kurmak için çok çaba harcıyor ve çalışmayı çok seviyordu. Konuşurken gözlerine dikkat ettim. Gözlerindeki o enerjiyi gördüm. Ayakkabıları boyarken o kadar mutlu oluyordu ki, bunu gözlerinden anlamamak mümkün değildi.
Bana hiç unutamadığı bir olayı anlatmaya başladı Kadir abi. Bir gün eve öteberi almak için bir markete gidiyor. Marketteki görevli, daha Kadir abi cümlesini bitiremeden “Sen dilenci misin?” diye soruyor. Bizimki “Ben dilenci değilim” diyemeden yaka paça dışarı atıyorlar. Bana bunu anlatırken ağlamaya başladı. Ona o kadar dokunmuştu ki bu olay, tekrar tekrar anlatmak istiyordu. Bir yandan da “ben dilenci değilim, ben dilenci değilim” diye haykırıyordu.
Ayakkabılarımı öyle güzel boyadı ki, parıl parıl parlıyorlardı. Dilencilik yapmıyor olmak ve çalışıyor olmak onu çok mutlu ediyordu. O gözlerindeki parlama da bunun en güzel göstergesiydi. Ayakkabılarımı boyayarak hem kendisini, hem de gözlerindeki o parıltıyı gören beni mutlu etti.
Sohbet esnasında “Benden daha kötü durumda olanlar var, Allahıma çok şükür, ben çok iyi durumdayım” dedi. Ve tekrar gözleri doldu. Devamlı dua ettiğini, şükrettiğini anlattı.
“Kaç kişi ayakkabısını boyatıyor? dedim. “Günde yirmi kişi, bana yetiyor” dedi. Tokalaştık Kadir abiyle, öptük birbirimizi. “Haftasonları bu parka geliyorum, görüşelim” dedim. O da mutlaka geleceğini söyledi.
Yavaş yavaş eşyalarını toplamaya başladı. Eşyalarını toplaması beş dakika kadar sürdü.
Tam ayrılmak üzereyken tekrar mağazadaki yaşadığı olayı anlatmaya başladı. Onu o kadar etkilemişti ki bu olay, tekrar tekrar anlatmak istiyordu. Bir yandan da “ben dilenci değilim, ben dilenci değilim” diye haykırıyordu. “Tebrik ederim Kadir abi, saygı duydum yaptığına, keşke herkes senin gibi olsa” dedim. Ayrılırken tekrar tokalaştık ve sarıldık birbirimize. Ayrıca dikkat ettim. Kadir abi mis gibi kokuyordu, temiz ve bakımlıydı.
İşimizi en iyi şekilde yaptıktan sonra yaptığımız işin ne önemi var? Siz işinize hakim değilseniz, ister kaymakam, ister savcı, ister doktor, ister psikolog, isterseniz milletvekili olun, ne önemi var ki? Kadir abinin işi ayakkabı boyamak. İşini mükemmel yapıyor. Ve çok da mutlu.
Her ne iş yapıyorsak yapalım, işimize sahip çıkalım. İşimizi en iyi şekilde icra edersek, bu bize bir şekilde pozitif enerji olarak mutlaka dönecektir.