“Ben de ayakkabımı boyatmak istiyorum” diye seslendim ayakkabı boyacısı olduğunu anladığım fiziksel engelli adama. Hızlı adımlarla geldi ve tezgahını kurmaya başladı.
Aslında ayakkabılarım boyalıydı ama, sırf onunla tanışmak için seslenmiştim. Çünkü dilencilik yerine, bir şeyler satarak geçimini sağlayan insanlara büyük saygı duyuyorum. Poşetinden ayakkabı boyasını iki dakikada çıkarabilmişti. Sohbet etmeye başladık.
Elazığ’ dan on sene önce Ankara’ya yerleşmişti. Üç sene öncesine kadar babası bakıyordu ona. Fakat üç sene önce babasını kaybetmişti. Annesi ile birlikte evi kiralamışlar ve geçinmeye çalışıyorlardı. Kadir abi 43 yaşındaydı. Doğuştan fiziksel engelli. Vücudunun organlarını, duyu organları dahil sağlıklı kullanamıyor, gözleri kısıtlı görüyor, kulakları az duyuyordu. Bir cümleyi kurmak için çok çaba harcıyor ve çalışmayı çok seviyordu. Konuşurken gözlerine dikkat ettim. Gözlerindeki o enerjiyi gördüm. Ayakkabıları boyarken o kadar mutlu oluyordu ki, bunu gözlerinden anlamamak mümkün değildi.
Bana hiç unutamadığı bir olayı anlatmaya başladı Kadir abi. Bir gün eve öteberi almak için bir markete gidiyor. Marketteki görevli, daha Kadir abi cümlesini bitiremeden “Sen dilenci misin?” diye soruyor. Bizimki “Ben dilenci değilim” diyemeden yaka paça dışarı atıyorlar. Bana bunu anlatırken ağlamaya başladı. Ona o kadar dokunmuştu ki bu olay, tekrar tekrar anlatmak istiyordu. Bir yandan da “ben dilenci değilim, ben dilenci değilim” diye haykırıyordu.
Ayakkabılarımı öyle güzel boyadı ki, parıl parıl parlıyorlardı. Dilencilik yapmıyor olmak ve çalışıyor olmak onu çok mutlu ediyordu. O gözlerindeki parlama da bunun en güzel göstergesiydi. Ayakkabılarımı boyayarak hem kendisini, hem de gözlerindeki o parıltıyı gören beni mutlu etti.
Sohbet esnasında “Benden daha kötü durumda olanlar var, Allahıma çok şükür, ben çok iyi durumdayım” dedi. Ve tekrar gözleri doldu. Devamlı dua ettiğini, şükrettiğini anlattı.
“Kaç kişi ayakkabısını boyatıyor? dedim. “Günde yirmi kişi, bana yetiyor” dedi. Tokalaştık Kadir abiyle, öptük birbirimizi. “Haftasonları bu parka geliyorum, görüşelim” dedim. O da mutlaka geleceğini söyledi.
Yavaş yavaş eşyalarını toplamaya başladı. Eşyalarını toplaması beş dakika kadar sürdü.
Tam ayrılmak üzereyken tekrar mağazadaki yaşadığı olayı anlatmaya başladı. Onu o kadar etkilemişti ki bu olay, tekrar tekrar anlatmak istiyordu. Bir yandan da “ben dilenci değilim, ben dilenci değilim” diye haykırıyordu. “Tebrik ederim Kadir abi, saygı duydum yaptığına, keşke herkes senin gibi olsa” dedim. Ayrılırken tekrar tokalaştık ve sarıldık birbirimize. Ayrıca dikkat ettim. Kadir abi mis gibi kokuyordu, temiz ve bakımlıydı.
İşimizi en iyi şekilde yaptıktan sonra yaptığımız işin ne önemi var? Siz işinize hakim değilseniz, ister kaymakam, ister savcı, ister doktor, ister psikolog, isterseniz milletvekili olun, ne önemi var ki? Kadir abinin işi ayakkabı boyamak. İşini mükemmel yapıyor. Ve çok da mutlu.
Her ne iş yapıyorsak yapalım, işimize sahip çıkalım. İşimizi en iyi şekilde icra edersek, bu bize bir şekilde pozitif enerji olarak mutlaka dönecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder